2007'den Bugüne 92,259 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Şiddetin Psikolojik Kökenleri ve Psikopatolojik Etkileri
MAKALE #15758 © Yazan Uzm.Psk.Dnş.Özgür TÖNBÜL | Yayın Kasım 2015 | 13,738 Okuyucu
GİRİŞ

Şiddet günümüzde her alanda karşımıza çıkan bir olgudur. Evde, iş yerinde, sokakta günün her anında karşılaşabileceğimiz bir olgudur. Yaşanan bu şiddet olayları her insanı farklı derecelerde etkilemektedir. Şiddet yaşanan boyutuyla insanda derin yaralar açabilen, insanın dünyanın güvenilir bir yer olduğuna dair inancını sarsabilen travmatik yaşantılar bütünüdür.

ŞİDDET

Şiddeti; fiziksel, sözel, psikolojik ve cinsel şiddet olarak ayırabiliriz. Fiziksel şiddet; şiddet türleri içerisinde en kolay şekilde tanısının konabileceği türdür. Fiziksel şiddette şiddeti uygulayan kişi mağdurun vücudunu hedef alır. Bu yüzden fiziksel şiddet adli birimler tarafından olay durumunda çok kolay bir şekilde tespit edilebilir. Fiziksel şiddet her ne kadar mağdurun vücudunda yaralanmalara yol açsa da daha çok ruhunda yaralanmalara yol açmaktadır. Fiziksel şiddete uğrayan bireyler, kendilerini çaresiz, hiçbir şeye gücü yetmeyen, özgüvenleri düşük olarak görürler. Şiddetin sarmal dünyasında fiziksel şiddet tekrarlandıkça, mağdur kişinin çaresizlik ve güvensizlik duyguları had safhaya çıkar ve mağdur bilinç sislenmesi yaşayarak buna çözüm bulamayacağını düşünür. Fiziksel şiddete uğrayan kişiler daha da içe kapanmaya, kimseyle konuşmamaya, evden dışarı çıkmamaya, yüzünü gözünü saklama ihtiyacı ile uygun kıyafetler giymeye başlama gibi davranışlarda bulunabilirler. Şiddetin yarattığı fiziksel ve ruhsal travmayla baş edebilme güçleri gün geçtikçe tükenmektedir. Çaresizlik ve güvensizlik duyguları şiddet uygulayan kişi karşısında köşeye sıkışmışlık hissettirir. Adım atacak, çözüm bulacak gücü kendilerinde göremezler. Fiziksel şiddete maruz kalan çocuklar ve kadınlarda en çok yaşanan ruhsal belirtileri bu şekilde özetleyebiliriz.

Sözel şiddet; şiddet türleri arasında tanımlanması en zor türdür. Sözler soyut bir kavram olduğu için fiziksel şiddet gibi gözle görülebilir tanı koyucu bir durum yoktur. Sözel şiddeti ancak mağdurun anlatımları ile anlayabiliriz. Sözel şiddette en çok görülen durum, karşıdaki kişiyi aşağılama, yok sayma, küfür etme, onun kişiliğiyle dalga geçme, ağza alınmayacak sözlerle baskılamaya çalışma gibi davranışlardır. Sözel şiddete maruz kalan bireyler özgüvenleri düşük, çekingen, bir şey sormaya utanan, insanlarla iletişimi bozulmuş, arkadaş ortamında bile kendini rahat hissedemeyen kişilerdir. Sözel şiddette söylenen aşağılanmalar, hakaretler kişinin benliğine yapışıp kalmaktadır. Mağdur bu söylenenleri kişiliğinin bir parçası olarak görmekte ve benliğine mal etmektedir. Kendisi için bir etiket olmaktadır. Şiddetin sarmal döngüsünde birey sözel şiddet uygulayan kişiye belirli süre sonra hak verme konumuna gelmekte, söylenenleri “ben zaten böyleyim” deyip kendisine mal etmektedir. Sözel şiddet özellikle çocukları aşırı derecede etkilemektedir. 0-6 yaş gelişim döneminde çocukların kişilikleri oluştuğu için bu dönemde yaşanan sözel şiddet çocukların kimlik gelişimini olumsuz etkilemektedir. Bu durum ileride yaşama uyumu, ergenlikteki kimlik kazanımını, insanlarla iletişimini olumsuz etkileyebilmektedir.

Psikolojik şiddet aslında tüm şiddet türlerini bünyesinde barınmaktadır. Fiziksel, sözel ve cinsel şiddetin psikolojik etkileri çok fazladır. Psikolojik şiddette bunlara ek olarak baskılama araçlarının çok fazla kullanılması vardır. Psikolojik şiddette mağdurun düşünceleri, duyguları önemsenmez, o kişi yokmuş, yaşamıyormuş gibi davranılır. Mağdur sürekli olarak baskı altında olduğunu hisseder. Yemesine, içmesine, oturmasına, giymesine, düşüncelerine karşı sürekli bir eleştiri ve baskı vardır. Psikolojik şiddet öyle bir boyuta ulaşır ki mağdurda bıkkınlık yaratır. Genelde de psikolojik şiddette mağdur karşı tarafa bu durumu ifade edebilir ancak şiddeti uygulayan kişi tarafından baskılanması muhtemeldir. Psikolojik şiddet bireyde insan olarak değerli olmadığı, önemsenmediği, kendisinin bir hiç olduğu gibi düşüncelere neden olabilmektedir. Bu durum kişilikte yer etmekte ve kendisinin bulunduğu ortamda bile özgürce hareket edememesine neden olmaktadır.

Cinsel şiddet; şiddeti uygulayan kişinin mağdurun rızası olmadan ona yönelik cinsel davranışlarda bulunması veya karşılıklı rıza olsa bile cinsel eylem sırasında şiddet içerikli davranışlarda bulunmasıdır. Cinsel şiddet, taciz, tecavüz ve cinsel eylem sırasındaki fiziksel şiddeti içerir. Cinsel şiddet bireyde korkuya, çaresizliğe ve güvensizliğe neden olmaktadır. Cinsel şiddeti uygulayan kişi mağduru korkutmakta ve tehdit etmektedir. Bu tehditler yüzünden mağdur tamamen çaresiz kalmakta ne yapacağını bilememektedir. Cinsel şiddete maruz kalan kadınlar, kız ve erkek çocuklardır. Toplumumuzda yaygın olarak cinsel şiddet görülmektedir. Cinsel şiddete maruz kalan bireyler kendilerini suçlamakta, öfkeleri kendilerine dönmektedir. Toplumun cinsel içerikli davranışlarda kadınları ve çocukları daha kolay suçlama eğilimi mağdurların kendilerini eleştirmelerini daha kolaylaştırmaktadır. Cinsel şiddete maruz kalanlar bunu kimseyle paylaşma eğiliminde bulunmamaktadır. Benim hakkımda ne düşünürler düşüncesi, güvenlik birimlerinde mağdura yönelik olumsuz yaklaşımlar, mahkeme ve güvenlik birimleri tarafından mağdurun güvenliğinin sağlanmaması gibi ikinci yaralanmalara yol açan davranışlar insanların yardım arama davranışını etkilemektedir.

ŞİDDETİN PSİKOLOJİK KÖKENLERİ

Şiddet konusunda geliştirilen psikolojik yaklaşımlarından bazıları, şiddeti insan doğasında bulunan bir olgu olarak görürken bazıları da şiddetin çeşitli nedenlerle olumsuzluğa dönüştüğünü savunurken diğerleri de şiddetin çevreden öğrenildiğini savunmaktadır.

Şiddetin İnsan Doğasında Bulunduğunu Savunan Yaklaşımlar

Bu yaklaşımı savunanların başında psikanalitik yaklaşım gelmektedir. Freud’a göre bilinçaltında saldırganlık ve cinsellik içgüdüleri vardır. Freud insanın saldırganlık dürtüsünden arındırılamayacağını savunmuştur. Freud’a göre saldırganlık her insanda vardır bunun gösteriliş biçimi insandan insana değişmektedir. Freud Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesini ve dinlerdeki öldürme yasağının bulunmasının saldırganlığın insanın doğasında var olan bir dürtü olduğuna delil olarak görmüştür. Freud, çocuğun diş çıkarması ve ısırma davranışını, tuvalet eğitimiyle çevresindekileri kontrol etme davranışlarını saldırganlığın ilk belirtileri olarak göstermiştir.

Klein saldırganlığın insanın doğasında bulunduğu konusunda Freud ile hemfikirdir. Klein’e göre saldırganlık ilk önce çocuğun bağımlı olduğu nesneye yönelmekte daha sonraki aşamalarda ise diğerlerine transfer edilmektedir.

Gustave Le Bon ve Girard farklı araştırmalar yapsalarda şiddetin psikolojik kökenlerine değinmişlerdir. Le Bon saldırganlık dürtüsünün toplumların doğasında bulunduğunu ileri sürmüş ve bunun ırksal bilinçaltı ile aktarıldığını savunmuştur. Girard’a göre şiddet sadece özne ile nesne arasında olan bir şey değildir. Öznenin doğasında nesneyi arzulamak vardır fakat aynı nesneyi birden fazla özne arzuladığı zaman şiddet çıkmaktadır. Arzuların bir nesneye yönelmesi çatışmaların çıkmasına neden olmaktadır.
Nörobiyopsikolojik araştırmalara göre şiddet limbik sistemle beynin frontal ve temporal loblarındaki nörolojik faaliyetler ve serotonin, dopamin, gama-amino butirik asit, nitrik oksit, estradil ve glukokortikoidlerin salgılanmasıyla ilişkilidir. Bu yaklaşıma göre şiddet salgılanan bazı hormonlar nedeniyle ortaya çıkmakta ve şiddetin nörobiyolojik kökeni psikolojik kökeninden önce gelmektedir.

Şiddetin Çeşitli Nedenlerle Olumsuza Dönüştüğünü Savunan Yaklaşımlar

Jung şiddeti arketiplerle açıklamış ve şiddetin kaynağı olarak gölge arketipini göstermiştir. Ona göre gölge, arketiplerin en güçlü ve tehlikeli olanıdır. İnsanın canlılık ve yaratıcılık içgüdülerinin kaynağı olduğu gibi insanın hayvansı yönünü de içermektedir. Birey, toplumun bir üyesi olmak için gölgenin bu yönlerini bastırması ve evcilleştirmesi gerekir. Kişinin bilinçli dünyasında işler yolunda gittiği sürece gölgedeki kötü unsurlar bilinç dışında etkisiz olarak durmaktadırlar. Ancak işler yolunda gitmeyip kişinin zorlandığı bir durumda gölge egonun kontrolünden çıkmakta ve gölgedeki kötü unsurlar etkinleşerek saldırgan davranışlara neden olmaktadırlar.

Adler, üstünlük arzusunu korumak için insan doğasında olumlu şiddet bulunduğunu fakat saldırganlık içgüdüsünün insan doğasında bulunmadığını savunmuştur. Ona göre saldırganlık üstünlük arzusunun yara alması sonucu ortaya çıkmaktadır. Kişi üstünlük arzusuna bağlı olarak öz-saygısına düşkündür. Öz-saygısının zedelendiğini, kendisinin değersizleştiğini hissetme, suçlanma, yoksun kalma ve geriye atılma gibi durumlarda kişi saldırganlaşır. Adler, üstünlük arzusunu gerçekleştirmek için insan doğasında bulunan olumlu şiddetin öz-saygının kaybedilmesi durumunda ortaya çıkan saldırganlıktan önce geldiğini ileri sürmüş, saldırganlığın daha sonra bazı sosyal faktörlerle ilişkili olarak ortaya çıktığını savunmuştur.

Fromm’a göre, insan dünyayı değiştirme ve dönüştürme amacı güden bir varlıktır. Bu nedenle kendisine hedefler koyar. Hedeflerini gerçekleştirme girişimi yeteneklerini kullanmayı ve güçlenmesini sağlar. Zafiyet, kaygı ve yetersizlikler nedeniyle hedefinden uzaklaşması kendisini güçsüz hissedip acı çekmesine ve yaşam dengesinin bozulmasına neden olur. Bu durumda kişi içinde bulunduğu sıkıntıyı giderme ve oluşan dengesizliği onarmaya yönlenir. Önce güçlü bir kişiye ya da guruba boyun eğerek onlarla özdeşleşme yolunu tutar. Fromm’a göre bu yöntem bir yanılsamadır. İkinci yol olarak ise yok etmek için saldırganlığı tercih eder. Bunun nedeni ise yaşam karşısındaki dayanılmaz edilgenliğin iç dünyasında oluşturduğu acıdır. Böylece bir yerde yaşamdan intikam almıştır. Fromm, yok edici olumsuz şiddetin yanında olumlu şiddetin bulunduğunu belirtip ikiye ayırmıştır. Birincisi, oyunda ortaya çıkan şiddet: Oyunda ortaya çıkan şiddet yok etme amacı taşımayan, beceri geliştirmeye dönük bir şiddettir. Bu tür şiddete örnek olarak Budistlerin kılıç oyunlarını göstermektedir. İkincisi, tepkisel şiddet: Bireyin yaşamını, özgürlüğünü, onurunu ve servetini korumaya yönelik başvurduğu şiddettir. Bu şiddet türü yaşama dönük, akla uygun ve meşru olup, en yaygın görülen şiddet biçimidir.

Maslow, şiddet konusuna Fromm’a benzer yaklaşmıştır. Ona göre üretememe ve kendini gerçekleştirememe sonucu gelişen nevrotik yönelimler şiddete yol açmaktadır. Maslow, insanın kendisini gerçekleştirmesi için gerekli olan olumlu şiddetin kişinin bunu başaramaması durumunda olumsuz şiddete dönüştüğünü savunmuştur.

Şiddetin Öğrenildiğini Savunan Yaklaşımlar

Davranışçı psikologlar saldırganlığın içgüdüsel olduğu görüşüne karşı çıkıp, öğrenilen bir davranış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre saldırganlığın kazanılmasında önemli olan iki faktör vardır. Birincisi tekrar, diğeri ise pekiştirmedir. Çocuk saldırganlığı çevresinden gördüğünde bu tür davranışlar sergilemeye başlar. Bu aşamada saldırgan davranışın kötü olduğu belirtilip ceza verildiğinde davranış pekişmez. Eğer bu davranışları çevreden olumsuz tepki almaz ya da teşvik edilirse çocuk saldırgan davranışı tekrarlayarak alışkanlık haline getirir.

Sosyal bilişsel kuramı geliştiren Bandura’ya göre saldırganlık öğrenilen bir davranıştır. Toplum çocuğa ailede, akran guruplarında, okulda ve medyada birçok model sunmaktadır. Çocuklar bu modelleri gözlemler ve taklit ederler. Bandura çocuklar üzerinde yapmış olduğu çalışmalarda onların seyrettikleri şiddet içerikli filmlerden saldırgan davranışları öğrendiğini tespit etmiştir.

Horney, saldırganlığın nevrozun yansıması olduğunu, nevrozun ise kültürle alakalı olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre birey yaşadığı insan ilişkilerindeki çatışmalar sonucu insanlardan uzaklaşmayı tercih etmektedir. Bir taraftan toplumdan uzaklaşma isterken diğer taraftan sosyal bir varlık olması nedeniyle ilişkilerini sürdürme zorundadır. Fakat topluma dönmesiyle çatışmaların devamı korku, umutsuzluk ve sadizme neden olmaktadır. Ona göre bu durum içgüdüsel olmayıp kişinin çevresiyle yaşamış olduğu çatışmalar sonucu ortaya çıkmaktadır.

ŞİDDETİN PSİKOPATOLOJİK ETKİLERİ

Şiddetin türü, sıklığı ve boyutu her insanı farklı derecelerde etkilemektedir. Her insanda farklı psikopatolojik etkilerin çıkmasına neden olmaktadır. Şiddet travmatik bir yaşantıdır ve şiddete bağlı olarak bireylerde ruhsal travmatik rahatsızlıklar çıkmaktadır. Şiddete maruz kalan bireylerde ortaya çıkabilecek psikopatolojik durumlar şunlardır:

Akut Stres Bozukluğu
Travmatik bir olaydan sonra en fazla dört hafta içerisinde ortaya çıkan travma sonrası tepkilerini tanımlar. Kişi travmatik bir olayla karşılaşmış ya da tanık olmuştur. Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır. Travmatik olaylar sırasında dissosiyatif belirtiler görülebilir. Olayın anılarından kaçınma davranışı belirgin olarak görülür. Şiddete bağlı olarak, şiddetin yaşandığı tarihten itibaren dört hafta içersinde mağdurda travmatik yaşantı belirtileri görülmeye bağlar. Şiddete ilk defa uğrayanlarda akut stres bozukluğu çok sık bir şekilde görülür. Şiddetin sıklığı, süresi ve biçimi akut stresin travma sonrası stres bozukluğuna dönmesine neden olur.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu
Aşırı strese yol açan bir olaydan sonra görülen yoğun, uzamış ve bazen de gecikmiş belirtiler grubunu tanımlayan tanı kategorisidir. Bir aydan uzun sürer. Travma Sonrası Stres Bozukluğunda kişi travmatik bir olayla karşılaşmış ya da tanık olmuştur. Kişide aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır. Travmatik yaşantılar sürekli düşüncelerle, düşlemlerle hatırlanır. Travmatik olay yeniden oluyormuş gibi hissedilir, davranılır. Travmatik olayları hatırlatan olaylara karşı yoğun psikolojik ve fizyolojik tepkiler gösterilir. Travmatik olayı hatırlatan her şeyden kaçınma vardır. Travmatik olaylarla beraber bireylerde uyarılmışlık düzeyleri artar.Travmatik olay insanların yol açtığı bir olaysa bu bozukluk daha ağır olur ve daha uzun sürer. Travma Sonrası Stres Bozukluğu olan kişiler, başkaları yaşamıyorken kendileri yaşıyor oldukları için ya da yaşamda kalmak için yaptıklarından ötürü suçluluk duyguları içinde olabilirler. Kaçınma tutumları kişilerarası ilişkilerini bozabilir, evliliklerinde çatışmalara yol açabilir ya da bu yüzden işlerini yitirebilirler. Toplum örneklemlerinde yaşam boyu görülme sıklığının yaklaşık %8 olduğu bulunmuştur. Belirtiler genellikle travmatik olayı izleyen ilk üç ayda ortaya çıkabilir ancak aylar hatta yıllar sonra ortaya çıktığı da olur. Olguların yaklaşık yarısı üç ay içerisinde düzelir ancak kimilerinde belirtiler 12 aydan uzun bile sürebilir. İkincil yaralanmalar belirtilerin yeniden ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Disosiyatif Bozukluklar
Travmatik yaşantılarla beraber görülebilecek diğer en önemli tanı grubu Dissosiyatif Bozukluklardır. Çocukluk çağında karşılaşılan ve tekrarlayıcı olan ruhsal travmalar erişkinlikte geçirilen tek bir travmatik olaya oranla farklı etki yaparlar. Dissosiyasyon başlangıçta çocuk tarafından normal olarak travmatik yaşantının üstesinden gelme çabası içerisinde ortaya çıkar. Ancak bu düzenek zamanla uyumsal olmayan ve patolojik bir sürece dönüşür. Çocuklarda ruhsal travmanın en yaralayıcıları ihmal ve istismardır.(Şar, 2000) Ruhsal travma erişkinde ve çocukta farklı etki yapar. Çocukta dissosiyasyona yatkınlık daha fazladır, yaşla azalır. Bu nedenle çocukluk çağı travmatik yaşantıları erişkinlikteki dissosiyatif bozuklukların asıl nedenini oluşturur. Dissosiyatif düzenek başlangıçta çocuk tarafından normal olarak travmatik yaşantının üstesinden gelme çabası bağlamında kullanılır. Ancak travmatik yaşantı ağır, yineleyici ve özellikle çocuğun sevgisine gereksinim duyduğu aile bireylerinin davranışlarından kaynaklanıyorsa bu savunma giderek yerleşir.
Özellikle şiddet olaylarında, uzun süreli ve sık şiddete maruz kalan çocuklarla disosiyatif belirtilere çokça rastlanır. Çocuklar şiddetin getirdiği ruhsal bunalım ile alter kişililikler geliştirebilmektedir. Zamanla bu alter kişilikler çocuğun kendi kişiliği yerine geçebilmektedir. Disosiyatif kimlik bozukluğu denilen bu durum sürekli şiddet görmüş, işkenceye, cinsel şiddete maruz kalmış çocuklarda görülebilmektedir.


Travmatik olaylar sonucu Akut Stres Bozukluğu, TSSB, Disosiyatif Bozukluklara ek olarak diğer kaygı bozuklukları, depresyon, madde kullanımı, uyum bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk gibi başka rahatsızlıkların görülme olasılığı da vardır. TSSB’de yaşam boyu komorbid psikiyatrik bozukluk gelişme riski %70 civarındadır. TSSB, komorbid bozuklukların öncesinde veya sonrasında başlayabilmektedir. Depresyon ve TSSB birlikte en kolay ortaya çıkan ve en sık görülen bozukluktur. Bunu alkol ve madde kulanım bozuklukları ve anksiyete bozuklukları izlemektedir. TSSB’ye bağlı intihar girişimleri olmakla birlikte depresyonun varlığı bu riski daha da arttırmaktadır.


SONUÇ

Şiddet hem bireysel hem toplumsal bir sorundur. Özellikle ülkemizde kadına ve çocuğa yönelik şiddetin sürekli ve artan bir şekilde devam etmesi şiddetin psikolojik etkilerinin de göz önüne alınması gerçekliğini ortaya koyuyor. Şuanda mevcut politikalar şiddetin psikolojik etkilerini göz ardı etmekte, sadece şiddete uğrayan kadınlarla ilgili kamu spotu reklamlarından öteye gidememektedir. Şiddetin önlenmesi için, devlet politikasının eğitim ile birlikte çocukluk çağından itibaren verilmesi gerekmektedir. Okul ders kitaplarının içeriği düzeltilmeli, ders kitaplarında yer alan cinsiyetçi ayrımcı ifadeler çıkarılmalı, kadının yeri evidir mantığındaki okuma parçaları çıkarılmalıdır. Okullarda öğrencilere ilkokul çağından itibaren cinsiyet eşitliği dersi verilmeli, kadınların da toplumun bir parçası olduğu çocukların bilinçaltlarına yerleştirilmelidir. Ayrıca şiddetin psikolojik etkilerini göz ardı etmeden devlet desteği ile her il ve ilçede ruh sağlığı merkezleri açılarak, uzman kişilerce toplumsal kamusal ruh sağlığı hizmeti verilmeli, şiddete uğrayan kadınların ve çocukların takibi ruh sağlığı merkezleri tarafından izlenmelidir.

KAYNAKÇA
1. Çayır C, Çetin Ö. Din ve Şiddet Üzerine Psikolojik Bir Yaklaşım. Dicle Üniversitesi İlahiyat Dergisi, Cilt 13, Sayı 1,2011.
2. Gölge, Z.B. Cinsel Travma Sonrası Oluşan Ruhsal Sorunlar. Nöropsikiyatri Arşivi, 42(1-2-3-4):19-28, 2005.
3. Tönbül, Ö. Ruhsal Travma ve Türkiye. Yayımlanmamış inceleme.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Şiddetin Psikolojik Kökenleri ve Psikopatolojik Etkileri" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Dnş.Özgür TÖNBÜL'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Dnş.Özgür TÖNBÜL'ün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     9 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Özgür TÖNBÜL Fotoğraf
Uzm.Psk.Dnş.Özgür TÖNBÜL
Çanakkale (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolojik Danışman
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi2 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Dnş.Özgür TÖNBÜL'ün Yazıları
► Değersizlik Hissinin Kökenleri Psk.Vedat DEMİRAL
► Deprem ve Psikolojik Etkileri ÇOK OKUNUYOR Psk.Dnş.Ökkeş GÜMÜŞOLUK
► Pandeminin Psikolojik Etkileri Psk.Furkan YAVUZ
► İşsizliğin Psikolojik Etkileri Psk.Furkan YAVUZ
► Coronavirüsün Psikolojik Etkileri Psk.Burcu BAŞOĞLU KUNDAK
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Şiddetin Psikolojik Kökenleri ve Psikopatolojik Etkileri' başlığıyla benzeşen toplam 22 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Sağlıklı Evlilik Şubat 2021
► Kişilik Bozuklukları Eylül 2016
► Kaygı Bozuklukları Mart 2016
◊ Yalnızlık Şarkıları Mayıs 2016
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


16:32
Top