2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Okb’de Bilişsel/Zihinsel Modeller
MAKALE #17345 © Yazan Uzm.Psk.Fuat BALSAK | Yayın Ekim 2016 | 10,069 Okuyucu
OKB’nin oluşumu ve tedavisinde önemli ilerlemeler olmasına rağmen hastaların ancak yaklaşık %50’si uygulanan tedavilere olumlu cevap verebilmektedir. OKB’deki davranışsal ve biyolojik girişimlerin kısıtlılığı ve bilişsel alanlara olan ilgi artışı bilişsel teorilerin gelişimini hızlandırmıştır (Amy ve ark., 2003).

OKB’nin bilişsel teorilerinde; intruzif (zorlayıcı, girici) düşünce, imge ve dürtüler, obsesyonların patogenezinde başlangıç noktası olarak görülmekte, bunların anlam ve önemi hakkında işlevsel olmayan yorumlamaların (değerlendirmeler), zorlayıcı düşüncelerin klinik obsesyonlara dönüşmesinde rolü olduğu üzerinde durulmaktadır (Rachman 1997, Rachman 1998, Salkovskis 1985, Salkovskis, Forrester, Richards, 1998).

Obsesif- Kompulsif Çalışma Grubu, 1997 yılında yayınladığı bir çalışmada intruzif düşüncelerden obsesyonların gelişiminde önemli rolü olan alan 6 ana inanç alanı tanımlamıştır. Bunlar;
1) düşüncelere verilen aşırı önem,
2) abartılmış sorumluluk
3) düşüncelerin kontrol edilebildiğine ilişkin inanç
4) mükemmeliyetcilik
5) belirsizliğe tahammulsüzlük
6) abartılı tehdit algısıdır.

OKB oluşumu ve devamında etkili olduğu düşünülen önemli bilişsel teoriler arasında;
-anlamın yanlış yorumlanması kuramı (Rachman, 1997),
-abartılmış sorumluluk modeli (Salkovskis, 1985)
-düşünce baskılaması (Purdon ve Clark, 1999)
-düşüncelerin gücü ve anlamı hakkındaki üst bilişsel (metakognitif) inançlar (Wells, 1997; Wells 2000; Wells ve Matthews, 1994) mükemmelliyetcilik (Frost ve Steketee, 1997)
-belirsizliğe tahammulsüzlük (Carr, 1974) bulunmaktadır.

Bu farklı teorilerde bazı özgün özellikler olmasına rağmen, OKB’nin bilişsel modellerinin paylaştığı merkezi yapılar(çatılar) açısından belirli düzeyde uzlaşma sağlanmıştır (Clark, 1999). Farklı teorilerde ortak olan noktalar aşağıda belirtilmiştir.



1-İntruzyonların (zorlayıcı düşünce, imge ve dürtüler) normalliği;
Pek çok bilişsel model; istenmeyen düşünce, imge ve dürtülerin oluşumunu, normal kişilerin pek çoğunda yaşanılan bir deneyim olarak tanımlamışlardır.

2-İntruzyonların yanlış yorumlanması;
Bilişsel teorilere göre OKB’de merkezi problem istenmeyen düşünce, imge, ya da imajların yanlış yorumlanmasıdır. Abartılmış kişisel sorumluluk, düşüncelere verilen önem, düşünce eylem kaynaşması, tehdit ya da tehlikeye abartılmış tehdit algısı, etkili olmayan düşüncemkontrolünün olumsuz sonuçları, belirsizliğe tahammulsüzlük ve mükemmellliyetcilik bu yanlış yorumlama ile ilişkili bilişsel özelliklerdir.

3-Yansızlaştırma ve kaçınma;
OKB’ nin bilişsel modelinde, OKB’nin başlangıcında ve devamında önemli rol oynayan istenmeyen düşünceleri nötralizasyon (yansızlaştırma) çabasının düşünce kontrol stratejilerinin bir formu ya da davranışsal veya zihinsel ritüeller olarak tanımlanmıştır.

4-İşlevsel olmayan inançlar ya da şemalar;
İşlevsel olmayan inançlar yanlış yorumlama süreçlerinin neticesinde oluşmaktadırlar. Tehdit temaları, tehlike, mükkemmeliyetcilik, belirsizlik, sorumluluk ve kontrol kaybı OKB’li bireylerde oluşan işlevsel olmayan inançlardır (Clark, 1999).

İntruzif (zorlayıcı, girici) düşünce, imge ve dürtü:

İntruzif düşünce:
Pek çok yazar; “kognitif intruzyonlar”, “normal obsesyonlar”, “obsesyonel düşünceler” veya “intruzif düşünceler” gibi çeşitli isimlendirmelerle bu düşünceleri tanımlamışlardır (Dominic ve ark., 2007).
Bunlardan bazıları şunlardır: Edwards ve Dickerson (1987); intruzif düşünceleri günlük aktiviteleri engelleyen, içsel olarak değerlendirilen, kontrolleri zor olan düşünce, imge ya da dürtüler olarak tanımlar. Yao ve ark. (1999)’na göre ise şiddetli kişisel sıkıntıya (vicdan azabına) yol açabilen, irrasyonel ve mantıksız olarak değerlendirilen, kişilikle uyumsuz, kontrolleri zor olabilen, tekrarlayıcı, hoş olmayan, istemsiz düşünceler, imgeler ya da dürtülerdir. Freeston ve ark.(1991); pek çok kişinin yaşadığı ve bir hastalık işareti olmayan, kendiliğinden gelen (oluşan) imaj, dürtü ve düşünceler olarak tanımlanırken. Rachman ve de Silva (1978) bu düşüncelere normal obsesyonlar demiştir.
Şimdilik intruzif düşüncelerin tanımlamasında güncel ve kapsamlı bir uzlaşma yoktur. Ancak çeşitli tanımlamalara rağmen yaygın olarak intruzif düşüncelere atfedilen birkaç boyut tanımlanabilir. Bunlar İntruzif düşüncelerin istenmeyen, tekrarlayıcı ve girici (intruzif) karakterde olmalarıdır. Epidemiyolojik çalışmalar intruzyonların geniş bir toplum kesiminde çok kez yaşandığını göstermiştir (Dominic ve ark., 2007).

Obsesyonel düşünceler ve intruzif düşünceler bazı yönlerden benzerlik göstermesine rağmen önemli farklılıkları vardır:
Obsesyonlar, intruzif düşüncelere göre daha şiddetli ve yoğun yaşanıp, daha ısrarlı, yapışkan, sürekli, uzun süreli ve benliğe daha yabancıdırlar (Rachman, 1978). İntruzif düşünceler ise daha kısa süreli ve daha az şiddetli olup, benliğe daha az yabancı, zihinden kolay atılan, belirgin sıkıntı oluşturmayan ve önemli etkisizleştirme (nötralizasyon) çabası gerektirmeyen düşüncelerdir (Insel, 1990).

İntruzif imaj:
İntruzif imajlar mental süreçleri sekteye uğratan, seçilmeyen, beklenilmeyen, davetsiz, sıklıkla hoş karşılanmayan ve sıkıntı oluşturabilen, mental ‘zihindeki resimler’ görüntülerdir. Bu imajlar açık ve detaylı, net bir şekilde zihinde belirmekte, kişi tarafından kolay hatırlanabilmekte ve tanımlanabilmektedirler.Genellikle şaşırtıcı ve sık olmayan, iğrenç ya da tiksindirici görüntüler şeklinde zihinde belirebilmektedirler
( Rachman, 2007).
İntruzif dürtü (impuls):
Genellikle saldırganlık ya da cinsel konularla ilgili olan ve kişiyi sanki bazı davranışları yapmaya zorlayan dürtülerdir. Bunların gerçekleşebileceği korkusu kişide yoğun sıkıntı ve kaygı uyandırmaktadır.

OKB’de bilişsel teoriler:

1)Düşüncelerin önemi ve anlamın yanlış yorumlanması kuramı:
Rachman’ın bilişsel kuramında; istenmeyen zorlayıcı düşünce, imge ve dürtülerin evrensel olarak yaşandığı vurgulanmış (Rachman, 2002) ve kendiliğinden ortaya çıkan istenmeyen düşüncelerin, kişinin bu zorlayıcı düşüncelerini kişisel olarak anlamlı ve tehdit edici bir tarzda yanlış yorumlaması durumunda, bu zorlayıcı düşüncelerin obsesyonlar için temel teşkil edeceği belirtilmiştir. (Rachman, 1993).
Rachman (1998)’ın kuramının ana noktasını kişinin zorlayıcı düşünce, imge ve dürtülerinin anlamını felaketleştirerek yanlış yorumlanması oluşturur. Obsesyonlar anlamın yanlış yorumlanması sürdükçe devam eder, yanlış yorumlamalar zayıfladığında ya da ortadan kalktığında ise azalır (Rachman, 1998).
Felaketleştirerek yanlış yorumlamaya bir kaç örnek vermek gerekirse; kişinin tekrarlayıcı şekilde, yakın arkadaşlarının küçük çocuklarına karşı zarar vermeyle ilgili düşünce ve imgelere sahip olması durumunda, kişinin kendisini potansiyel bir katil, şeytansı ve değersiz bir insan olduğu şeklinde yorumlayabilmesidir. Ya da gayet dindar birinin dini değerler ya da kişiler hakkında yinelenen müstehcen imgelerinin olması, kişinin kendisinin ikiyüzlü, aslında dini inanç ve duygularının sahte olduğu ya da ahlaksız biri olduğu yorumlarına sebep olmasıdır (Rachman, 1997).
Pekçok obsesif hastanın intruzyonlar hakkındaki felaketleştirerek yorumlamarı daha geniş ve kapsamlı olabilmektedir. İntruzif düşünce, imge ve dürtüler obsesif hasta tarafından kişiliklerinin ya da karakterlerinin saklı bir parçası olarak değerlendirmektedirler. Hastalar için bu düşüncelere sahip olmak, kişilerde güvenilmezim, ahlaksızım, şeytanım, deliyim gibi yargıları oluşturmaktadır. Bazen de bu ayrıntılı yorumlamalar, kişide kontrolünü kaybedeceği, insanlara fiziksel zarar vereceği, ahlaksızca davranışları nedeniyle topumdan dışlanacağı gibi özel korkulara neden olabilmektedir (Rachman, 1997).
Zorlayıcı düşünce, imge ve dürtülere verilen önem ve felaketleştirerek yanlış yorumlamalar neticesinde hastalar çeşitli kaçınma davranışları geliştirirler. Örneğin, çocuklarını bıçaklama şeklinde yineleyici imajları olan bir hastanın kesici aletlerden uzak durması ve mutfağa güvenilir birinin eşliğinde girmesi gibi (Rachman, 1997).

2) Düşünce- eylem kaynaşması (DEK):
DEK kişinin bir şeyi düşünmekle yapmanın ahlaki olarak eşit görmesi ve/veya bir şeyi düşünmenin korkulan olayın olabilirliğini arttırdığını düşünmesi ya da buna inanması olarak tanımlanmıştır (Rachman, 1998). Abramowitz ve arkadaşları (2003) ise düşünce-eylem kaynaşmasını; bireylerin istenmeyen, intruzif düşüncelerine özel bir önem vermesi ve bu düşüncelerin yanlış yorumlanmasına etki ettiği düşünülen bilişsel bir yanlılık olarak tanımlamışlardır.
DEK; DEK-Ahlak ve DEK-Olabilirlik olmak üzere iki boyuttan oluşmaktadır. DEK-Ahlak; bir kişinin kabul edilemez, istenmeyen, intruzif düşüncelere sahip olmasının kendini, o eylemi yapmış gibi düşünmesidir. Örneğin kutsal yerlerde küfrettiğini düşünmek gerçekte kutsal bir yerde küfretmek kadar kötüdür.

DEK-Olabilirlik; kabul edilemez, istenmeyen, girici düşünceler o durumun ortaya çıkma olasılığını artırır inancıdır. DEK-Olabilirlik boyutu da iki alt boyutta ele alınır. Bunlardan ilki DEK-Olabilirlik-Kendisi'dir. Bu boyutta kişi düşüncelerinin kendisine yönelik olumsuz olayları ortaya çıkarma olasılığını artırdığına inanır. Örneğin kişi hasta olacağına yönelik bir düşünceye sahipse bu onun hasta olma olasılığını artırır.
Diğer boyut DEK-Olabilirlik-Diğerleri'dir. Bu boyutta ise kişi, düşüncelerinin diğer insanlara yönelik olumsuz olayları ortaya çıkarma olasılığını artırdığına inanır. Örneğin; bir arkadaşımın hasta olduğunu düşünürsem bu onun hasta olma olasılığını artırır (Shafran ve Rachman, 2004).
Obsesif Kompulsif Bozukluğun bilişsel teorisine göre, DEK açısından gözlenen bu bilişsel yanlılıklar bireylerin sorumluluk algılarını tetiklemekte ve sonuçta DEK iki nedenden dolayı OKB için önemli olmaktadır. Birincisi eğer birey, üzücü olayları düşünmenin gerçekte bunun olma olasılığını artıracağına inanırsa (DEK-Olabilirlik) olası negatif sonucu engellemek için bazı davranışlarda bulunabilir (kaçınma, kompulsif törenler gibi).
İkinci olarak eğer birey girici düşüncelere sahip olmanın ahlaken o davranışı yapmaya denk olduğuna inanırsa (DEK-Ahlak) bu sefer sahip olduğu bu düşünceler nedeniyle sıkıntı duyulabilir (Amir ve ark., 2001).
Böylece olumsuz olayların gerçekleşmesine yönelik algılanan sorumluluk ve DEK'in iki alt boyutu, suçluluk duyguları yaratarak OKB'nin gelişmesinde ve devamında rol oynayabileceği belirtilmiştir (Shafran ve ark., 1996).

3)Abartılı sorumluluk modeli:
Salkovskis (1985)’in Abartılı Sorumluluk Modelinde obsesyonların oluşumu ve devamında merkezi bilişsel özellik olarak sorumluluk: ‘’kişisel olarak, önemli olumsuz sonuçların oluşmasında ya da önlenmesinde düşüncelerin gücünün odak (esas) olduğuna olan inanç olarak tanımlanmıştır. Bu sonuçlar, gerçek dünyada ve /veya ahlaki seviyede güncel olabilirler’’ (Salkovskis, Richards, Forrester, 1995). Sıkıntı ya da kaygının asıl kaynağı itruzif düşünce imge ya da dürtülerin içeriği değil bunları abartılmış bir sorumluluk algısıyla değerlendirmektir. Abartılı sorumluluk değerlendirmesi olmaksızın ise zorlayıcı düşünce, imge ve dürtülerin, klinik obsesyonlara dönüşmeyeceği varsayılmaktadır ( Salkovskis, 1989).
Salkovskis‘in modelinde zorlayıcı düşüncenin bir obsesyona ilerlemesinde üç değişkenin etkileşimi vurgulanmıştır. Bunlar; abartılmış sorumluluk algısı, yansızlaştırma ve göze çarpma (dikkati çekme) (salience) (Brayn ve ark., 2008).
Zorlayıcı düşünceler, bu düşünceleri yorumlama sürecinde dikkat odağı haline gelmekte ve zorlayıcı düşünceler kişisel sorumluluk algısıyla zorlayıcı düşüncelere kişisel ilgi ve dikkat doğurmaktadır. Bu modelde ‘’göze çarpma, dikkat odaklanması, salience)’’; edinilmiş kişisel bir ilgidir. Sonuçta; sorumluluk yorumlamaları, korku, yansızlaştırma ve kişisel ilgi kombinasyonları zorlayıcı düşünce, imge ve dürtüleri obsesyonlara dönüştürmektedir ( Salkovskis, 1989). Yansızlaştırma ise, sorumluluk algısını azaltmaya ya da yok etmeye yönelik istemli olarak açık ya da kapalı, davranışsal ya da zihinsel aktiviteler (kompulsif davranışlar ve düşünce ritüelleri) olarak tanımlanmıştır ( Salkovskis, 1989).
Abartılı sorumluk modelinde, OKB hastaları intruzyonların oluşmasını, yansızlaştırma girişimlerinin oluşumuna dek sonuçtan ya da zarardan sorumlu olabileceklerinin bir göstergesi olarak yorumlamaktadırlar. Yansızlaştırma oluştuktan sonra, sorumluluk ve sıkıntıda azalmaya neden olduğunu algıladığı için bunları sürdürmektedirler (Salkovskis, 1989). Bu yansızlaştırma çabaları da paradoksal olarak bu düşüncelerin sıklığını ve düşüncelere olan dikkati arttırmaktadır. Bu paradoksal siklus da artarak obsesyonların oluşumuna dek devam etmektedir (Salkovskis, 1985).
İstenmeyen girici düşünceleri baskılamak için ortaya konan ve başarısızlıkla sonuçlanacak olan çaba, obsesyonla ilişkili sıkıntıyı arttırır. Böylece bu yaklaşım açısından da, artmış sorumluluk ve bu sorumluluğun obsesyonların sıkı biçimde kontrol edilmeye çalışılarak sürdürülmesi OKB ile sonuçlanmaktadır.

4)Düşünce baskılaması (Supresyonu):
Düşüncelerin bilinçli olarak bastırılması (supresyonu), OKB’nin gelişim ve devamında, OKB’nin önde gelen bilişsel davranışcı modellerinde kilit bir faktör olarak sunulmuştur (Purdon, 2004). Düşüncelerin bilinçli olarak bastırılması (supresyon): intruzif düşünce, dürtü veya imgeleri, zihinden uzaklaştırmak için kullanılan bir başa çıkma düzeneği olarak tanımlanmıştır. İstenmeden gelen bu düşünce, dürtü ya da imgeleri bilinçli bastırma çabaları paradoksal olarak bu düşünceleri daha da güçlendirmektedir (Wegner ve ark., 1987). Bu görüşün kökenleri Wegner, Schneider, Carter ve White (1987)’in ‘beyaz ayı’ olarak isimlendirilen deneysel çalışmalarına dayanmaktadır (Rassin ve ark., 2003). Bu deneylerde katılımcılardan daha önce hayal edilen bir beyaz ayıyı 5 dakika süreyle düşünmemeye çalışmaları istenmiştir. Sonuçlar bilinçli bastırmanın etkisiz olduğunu ve kişinin istemli çabalarından sonra ‘beyaz ayı’ düşüncelerinin daha da sık geldiğini göstermiştir. Bu deneyler sonucunda bir obsesyonun hiç bir şeyden değil, bastırılmış bir düşünceden geliştiği belirtilmiştir (Wegner, 1989). Düşünce supresyon girişimleri süresince, artmış olan düşünce sıklığı “ani artış etkisi”, supresyon girişimlerinden sonraki relaksasyon (rahatlama) durumunda ki artmış düşünce sıklığı ise “rebaund etkisi” olarak tanımlanmıştır (David ve ark., 2002).
Wegner’in “ironic process” adıyla bilinen teorisinde düşünce baskılama girişimlerinin iki bilişsel süreç içerdiği ifade edilmiştir. Birincisi, dağınık (kişinin dikkatinde olmayan, distracter) düşünceler için kasıtlı (istemli) bir arayış ve hedef (bastırılmış) düşünceler için otomatik arayış. Sonuçta bilinçli olarak bastırılmış düşünce, bu iki bilişsel süreçle bastırılmaya çalışılan düşünceyi hedef haline getirmektedir (Wegner 1994; Wegner ve ark.,1993).
OKB’ nin bilişsel davranışcı modellerinde; düşünce baskılaması ile düşüncelerin yorumlanması, duygudurum, düşünce tekrarlamaları ve OKB belirtileri arasında dinamik bir etkileşim vurgulanmaktadır (Purdon, 2005). Çeşitli çalışmalar ve OKB’nin bilişsel teorilerinden çıkarsanan sonuçlara göre düşünce baskılamasının etkileri hakkında şu sonuçlar çıkarılabilir(Purdon, 2004):
a- Düşünce sıklığında paradoksal bir artışa yol açmaktadır.
b- Düşüncelere ve düşünce süreçlerine karşı artmış kişisel dikkat oluşturmakta, böylece düşüncelerin tetiklenmesi fazla ilgi odağı haline gelmektedir.
c- Düşüncelere alışmayı sınırlandırmakta ve böylece düşüncelerin önemi hakkındaki aydınlanma(yeni öğrenmeler) engellenmiş olmakta.
d- Düşüncelerin anlamı hakkındaki olumsuz yorumlamalar düşünce baskılaması süresince artmakta ve kaçınılmaz düşünceler tekrar tekrar oluşmaktadır

5)Üst Biliş: (Metakognisyon)/:
Üst Biliş (metakognisyon) kavramı, bilişleri kontrol eden, düzenleyen ve değerlendiren üst düzey bilişsel yapı, bilgi ve süreçler olarak tanımlanabilir. Üst-biliş, kişinin kendi zihnindeki olay ve işlevlerin farkında olmasını, zihin olaylarını ve işlevlerini amaçlı yönlendirebilmesini içeren bir üst sistemdir. Diğer bir ifadeyle, kişinin ne bildiği hakkındaki bilgisi, ne düşündüğü hakkındaki düşüncesi veya kendi bilişsel süreci üzerine çevrilmiş gözüdür (Tosun ve ark.,2008). OKB’ye spesifik ilk üst bilişsel modeli öneren Wells ve Mathews (1994) olmuştur ve daha sonrasında Wells tarafından geliştirilmiştir (Peter ve ark., 2008). Bu modelde üst biliş zorlayıcı düşünce, imge ve dürtülerin anlam ve önemi hakkındaki inançları ve yapılması zorunlu görülen ritüeller hakkında olumsuz çıkarımları temsil eder. Bu modelde Rachman’nın (1993) tanımladığı düşünce eylem kaynaşması da yer almaktadır. Fakat bu modelde başka metakognitif boyutlar da oluşturulmuştur. Wells ve Mathews (1994)’in Yönetici fonksiyonların kişisel düzenlenmesi(regülasyonu)‘‘Self-Regulatory Executive Function (S-REF)’’ olarak bilinen metakognitif modelinde iki geniş alan ve üç değişik füzyon (kaynaşma) şekli tanımlanmıştır:
1-Düşüncelerin gücü, anlam ve önemi hakkındaki inançlar:
Bu alandaki ana temalar zorlayıcı düşünce, imaj ve dürtülerle ilgili inançlardır:
TAF :(Thought-action fusion): (Düşünce eylem kaynaşması: DEK)
Kişinin bir şeyi düşünmekle yapmayı ahlaki olarak eşit görmesi ve/veya bir şeyi düşünmenin korkulan olayın olabilirliğini arttırdığını düşünmesi ya da buna inanmasıdır.

TEF: (Thought-event fusion): (Düşünce olay kaynaşması)
Obsesyonel düşüncelerin ya da şüphelerin tek başlarına olumsuz bir dışsal olaya sebep olabileceği hakkındaki inançtır.(Örneğin, birini öldürdüğümü düşünürsem bu o eylemi yaptığım anlamına ya da kötü şeyleri düşünmem beni kötü birine dönüştürecektir gibi )
TOF: (Thought-object fusion): (Düşünce nesne kaynaşması)
Düşünce ve hislerin nesnelere transfer edilebileceği hakkındaki inançtır. (Örneğin benim olumsuz düşüncelerim eşyaları kirletebilir gibi)
2-Düşüncelerin kontrolü ve/ya da ritüellerin yapılması zorunluluğu hakkındaki inançlar:
Bu alan obsesif düşüncelerle ilişkili yanlış yorumlama sonucu oluşan sonuçların etkisini azaltmak için uygulanması zorunlu ya da gerekli görülen ritüellere olan inançları içerir (Gwilliam ve ark., 2004; Wells ve ark., 2008). Bu teoride, OKB’nin gelişmesinde, düşüncelerin yorumlanması süreci neticesinde gelişen üst bilişsel inançların olduğu savunulmuştur. Üst bilişsel sistem kişisel inançların düzenlenmesi üzerine kuruludur. Üst bilişsel inançlardaki bozukluklar bilişsel fonksiyonları ve düşüncelere verilen anlamları etkilemektedir. Böylece S-REF’in ‘‘Self-Regulatory Executive Function’’ (Yönetici fonksiyonların kişisel düzenlenmesi) kontrolündeki bozukluk çeşitli ruminasyon ve aktif kaygıya yol açabilmektedir ( Irak ve ark., 2008).

Abartılı sorumluluk modeli gibi diğer etkili bilişsel teoriler ile üst bilişsel model arasında bazı benzerlikler vardır. Bununla beraber en önemli temel fark tedavide önemli farklılıklara yol açmalarıdır. Üst bilişsel model, düşünce ve düşünme süreçleri hakkındaki inançların temel olduğunu vurgular. Diğer bilişsel yaklaşım ve düzenlemelerden farklı olarak üst bilişsel inançlara odaklanır ve abartılı sorumluluk, mükemmeliyetcilik, belirsizliğe olan tahammulsüzlük gibi diğer alanları değiştirmeye kalkışmaz. Geçekte bu tip düşüncelerin, maladaptif üst bilişsel inançları ürettiği düşünülmüştür (Peter ve ark., 2008). Özellikle, bu modelde sorumluluk; üst bilişsel inançların genişce bir sonucu gibi görünmektedir ve obsesyonel problemleri açıklamada kısıtlı katkı sağladığı bildirilmiştir (Wells, 2005). Üst bilişsel modelde ‘’ailemin başına gelecek zararları önlemekle sorumluyum’’gibi düşük düzeydeki değerlendirmeleri modifiye etme gerekliliği yoktur. Bunun yerine terapi düşüncelerin gücü ve önemi hakkındaki inançlar gibi daha yüksek seviyedeki metakognitif süreçlere müdahaleye odaklanır.Ve bu inançlara olan net odaklanmanın, büyük terapotik başarılar sağlayacağı bildirilmiştir (Wells, 2008).

6) Mükemmeliyetçilik:
Mükemmeliyetçilik kişinin performanslarında yüksek standartlar oluşturması ve abartılmış kişisel kriterlere eğilimi olmasıdır (Frost ve ark., 1990). Mükemmeliyetcilik hem tek boyutlu (Pacth, 1984) hem de çok boyutlu(Frost ve ark., 1990, Hewitt ve Flett, 1991) olarak kavramsallaştırılmıştır. Tek boyutlu tanımlamada normal ya da fonksiyonel mükkemmeliyetcilik ile nörotik ya da işlevsel olmayan mükemmeliyetcilik ayırımı yapılmıştır ( Burns, 1980; Pacth, 1984; Rheaume ve ark., 1995). İşlevsel olmayan mükemmeliyetcilik; ahlak, kesinlik, performans gibi tüm alanlarda mükemmel(kusursuz) olma inancını tanımlar ve tüm kişisel çabalara rağmen doyumsuz bir yetersizlik hissi olarak tanımlanmıştır. İşlevsel olmayan mükemmeliyetcilik OKB’li hastalarda ve ailelerinde bir kişilik karakteri olması yanı sıra OKB’de bir risk faktörü olarak önerilmiştir (Rasmussen ve Eisen, 1989, 1991). Dahası aşırı disfonksiyonel mükemmeliyetcilik obsesif kompulsif semptomatolojiyle ilişkilendirilmişitir (Rheaume, Freeston ve ark., 2000; Rheaume, Ladouceur ve ark., 2000). Çok boyutlu mükemmeliyetcilik 3 boyutta ele alınmıştır (Hewitt ve Flett, 1991).
1-Kendilik odaklı mükemmeliyetcilik; kendisi ve davranışlarında yüksek standartların kurulması ve değer biçilmesi
2-Başkalarına odaklı mükemmeliyetcilik; önemli diğer kişilere (başkalarına) odaklı yüksek ve ağır standarlara sahip olmak
3-Toplumsal odaklı mükemmeliyetcilik; İnsanlar için gerçekci olmayan yüksek standartlar belirlemek.
Kendilik odaklı mükemmeliyetcilik daha çok suç ve depresyonla ilişkilendirilmişken, toplumsal odaklı mükemmeliyetcilik anksiyete ve depresyonla ilişkilendirilmiştir. Başkalarına odaklı mükemmeliyetciliğin ise öfke ve saldırganlığa yol açtığı düşünülmüştür. OKB ve mükemmeliyetcilik görüşü arasındaki ilişkiye odaklanan az sayıda çalışma vardır (Antony, Purdon, 1998; Bhar, Kyrios, 1999; Hewitt, Flett, 1991). Bu çalışmalarda toplum odaklı mükemmeliyetcilik, kendilik odaklı mükemmeliyetciliğe göre OKB ile daha çok ilişkili olduğu bulunmuştur. Başkalarına odaklı mükemmeliyetcilik ile OKB arasında özel bir ilişki bulunmamıştır (Yorulmaz ve ark., 2006). Pek çok yazar mükemmeliyetciliği, OKB gelişiminde gerekli ancak yetersiz bir özellik olarak önermiştir (Rheaume ve ark., 1995; Wade ve ark., 1998).

7)Belirsizliğe Tahammülsüzlük:
Belirsizliğe Tahammülsüzlük; kişinin, kesinliğe duyduğu ihtiyaç ya da zorunluluk, önceden kestirilemeyecek değişikliklerle ile ilgili baş etme kapasitesi ve belirsizlikler karşısında alacağı tutumlar hakkındaki kişisel inançlarıdır. Burada kişi olaylarla başa çıkabilmek için tüm detayların kesin olarak bilinmesi gerektiğine inanmaktadır (Obsessive Compulsive Cognitions Working Group, 1997). Belirsizliğe tahammülsüzlüğün, OKB ile ilişkisinin teorik tanımlaması 1970’lerde Carr tarfından yapılmıştır. OKB’li bireylerin kesinliğe karşı abartılı bir gereksinim duydukları belirtilmiştir ve kişi tarafından inanılan bu gerekisinimin elde edilene dek belirgin anksiyete oluşturacağı vurgulanmıştır (Robert ve ark., 2006).
Belirsizliğe tahammulsüzlük özellikle kompulsiyon ve ritüellerle ilişkilendirilmiştir. Bu bireyler kompulsiyonlarını ve ritüellerini korkulan olası sonuçlardan kendilerini kurtarabilecekleri ve kaygılarını azaltacağı ulaşılabilir stratejiler olarak değerlendirmektedirler (Robert ve ark., 2006).
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Okb’de Bilişsel/Zihinsel Modeller" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Fuat BALSAK'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Fuat BALSAK'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     3 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Fuat BALSAK Fotoğraf
Uzm.Psk.Fuat BALSAK
Diyarbakır (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi5 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Fuat BALSAK'ın Makaleleri
► Zihinsel Antrenman Osman URFA
► Zihinsel İstismarlar Psk.Serap DUYGULU
► Sporda Zihinsel Sağlamlık Psk.E.Cem ENGİN
► Zihinsel Antrenman ve Performans Psk.Fahri ŞAHİN
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Okb’de Bilişsel/Zihinsel Modeller' başlığıyla benzeşen toplam 19 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Ruhsal Travma ve Kuramlar Mayıs 2021
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


00:49
Top